Muhammed (14) ve Meryem (8) evlerinin tek yatak odasında tek bir masayı paylaşarak ödevlerini yapıyor. “Fazla ödevimiz olmuyor ama olduğunda önce ben bitiriyorum!” diyor Muhammed kardeşine takılarak. Meryem ise ona aldırmadan “Kardeşimle hiç yarışmıyorum” diyor. İki kardeş arasında çok özel bir bağ var. “Her şeyi birlikte yapıyoruz. Ev işlerini paylaşıyoruz ve okula birlikte yürüyoruz” diye ekleyen yine Muhammed’in kendisi.
Muhammed ve Meryem’in anne ve babası, İstanbul’un yoğun nüfuslu, küçük sanayi bölgesinin ortasındaki yerleşim yeri olan Güngören’deki sade döşenmiş dairelerinin oturma odasında karşılıyor bizi. Bölge, iki tarafında da altı ya da yedi katlı apartmanların birbirine çok yakın şekilde sıralandığı çok sayıda dar sokaktan oluşuyor. Fabrikalarla çevrili, yeterince aydınlatılmayan çamurlu yollarıyla bölgede mütevazı bir yaşam standardı hüküm sürüyor. Çocukların babası Davud Bey , çocuklarının güvenliği konusunda endişe duyduğunu söyleyerek “Onları gözümün önünden ayırmıyorum. Evin önünde oynayabilirler ama parka gitmelerine pek izin vermiyoruz” diyor.
Ailenin hayatı Türkiye’ye taşınmadan önce çok farklıydı. Dört kişilik aile, 2013 yılında çatışmalar ve insani durumun kötüleşmesi nedeniyle Suriye’den kaçan beş milyon Suriyeli’nin arasındaydı. Davud Bey, güvenli bir ortama ve daha iyi fırsatlara kavuşmak umuduyla Türkiye’ye riskli bir yolculuk yaptı. Aile, kalabalık bir grupla birlikte Kilis sınırından İstanbul’a kadar Türkiye’nin bir ucundan diğerine zor şartlarda geldi.
Davud Bey gururla, “Suriye’nin Afrin kentinde bir kasap dükkanım ve bir kebap restoranım vardı” diyor ve ekliyor “Bir günde hepsi yerle bir oldu. Eşim Hacer’in annesi birkaç yıl önce vefat etti. Akrabalarımızı ziyarete gidemedik. Komşular gelmememizi söyledi. Yollar bozuk ve güvenli değildi.”
Aile İstanbul’a geldiğinde diğer üç aileyle birlikte eski ve boş bir dükkân kiraladı. Yaşlılar dahil toplam 18 kişiydiler. Her aile boş alanın bir köşesine yerleşti. Üç aile aynı banyoyu paylaşıyordu. Davud Bey iş aramaya başladı ve çok az paraya bulabildiği her işi kabul etti. “Çok zordu. Hiç Türkçe bilmiyordum. Kimse beni işe almak istemedi. Farklı işler denedikten sonra yine bir kebapçıda iş buldum. Bu sefer işler farklıydı, artık mekânın sahibi ben değildim” diyor.
Muhammed ve Meryem Türkiye’ye ilk geldiklerinde, Muhammed geçici koruma kimlik kartı almada yaşanan zorluklar nedeniyle birinci sınıfa kaydolamadı. Neyse ki aile Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği’nin (ASAM) desteğiyle kimliklerini alabildi. Ardından Muhammed okula kaydoldu ve eğitimine başladı. “Başta okulda benden hoşlanmadılar çünkü farklı bir yerden geliyordum. Ayrıca dillerini de bilmiyordum. Hiç arkadaşım yoktu. Benim gibi Suriye’den gelen beş çocuk daha vardı. Onlarla arkadaş oldum. Ama şanslıyım çünkü Türkçeyi gerçekten çok seviyorum ve çok çabuk öğrenebildim. Bu sayede daha fazla arkadaş edindim” diye anlatıyor Muhammed.
Okul çağına gelen Meryem de birinci sınıfa kayıt yaptıramadı. Ancak bu sefer sebep, ailesinin COVID-19 salgının etkisiyle daha da kötüleşen mali durumuydu. “Okul zaten kapalıydı, bu yüzden onları okula göndermeyi bıraktım. Çalışmaları için amcalarının kunduracı dükkanına gönderdim. Paraya ihtiyacımız vardı” diyor Davud. O günler sorulduğunda Muhammed, “Orada çalışmaktan memnun değildim. Bütün gün ayakkabıları plastik torbalara koyuyordum. Sıkıcıydı” diyor. Ablası Meryem ise “Mekânın kokusundan nefret ediyordum, gerçekten rahatsız ediciydi” diye ekliyor.
Bu süre zarfında, ASAM’ın topluma erişim ekipleri, UNICEF’in Okula Kayıt için Destek (OKP) programı kapsamında okul dışı kalmış çocukları belirlemek üzere mahallede saha taraması yapıyordu. Ekipler, Muhammed ve Meryem’in hem okul dışında kaldığını hem de çocuk işçi olarak çalıştığını tespit etti. Çocukların eğitim durumları değerlendirildi ve aileye, çocuk işçiliğinin olumsuz etkileri, riskleri ve eğitimin çocuklar için sosyal ve gelişimsel önemi konusunda gerekli danışmanlık verildi. Bir dizi yönlendirme ve destek faaliyetinin ardından aile, çocuklarını işe göndermemeye ikna edildi. Aileye ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı’nın EBA (Eğitim Bilgi Ağı) Destek Noktaları aracılığıyla uzaktan eğitim modeli hakkında bilgi verildi. Baba okulun WhatsApp grubuna kaydolarak çocukların öğretmeninden dersleriyle ilgili mesajlar almaya başladı. Çocuklar dersleri uzaktan takip edip ve evde ödevlerini yapıyorlardı.
OKP ekibi, Muhammed ve Meryem’in eğitimlerini takip etmeye devam etti ve 6 Eylül 2021’de başlayan yeni eğitim-öğretim yılının (2021-2022) kayıt zamanı geldiğinde onlara destek verdi. Hem Muhammed hem de Meryem şu anda düzenli olarak yüz yüze derslere katılıyor.
Okula gitmekten mutluluk duyan iki kardeş, her gün eve geliyor ve bir sonraki güne hazırlanıyor. Ev ödevlerinden sonra ders kitaplarını topluyor ve ev işlerine yardım ediyorlar. “Onlar benim küçük yardımcılarım. Her işi birlikte yapıyorlar. Ben su doldurduktan sonra şişelerin kapağını kapatmayı seviyorlar. Bir de küçük kardeşleri Ekrem’e sahip çıkıyor ve onunla dışarıda oynuyorlar. Çocuklarımın neşesi yerinde olduğu için çok müteşekkirim” diyor Hacer.
Hacer (36) çocukları için nitelikli eğitim almanın en önemli şey olduğunu düşünüyor. Kendisi, her zaman eczacı olmayı hayal etmiş ama henüz ortaokulu bitiremeden evlenmiş. “İkisinin de üniversiteyi bitirmesini istiyorum. Umarım en azından biri eczacı olur ve benim hayalimi gerçekleştirir” diyor gülümseyerek. Çocuklara sorduğumuzda ise Muhammed beden eğitimi öğretmeni, Meryem de öğretmen olmak istediğini söylüyor.
Okula Kayıt için Destek (OKP) programı, Türkiye’de en savunmasız durumdaki mülteci çocukların örgün ve yaygın eğitim programlarına erişimini sağlıyor. UNICEF, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) ve Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (ASAM) arasındaki yakın işbirliğinde uygulanıyor. Programın uygulanması, AB – Avrupa Sivil Koruma ve İnsani Yardım Operasyonları’nın cömert desteği sayesinde mümkün oldu.