Almanya’nın önemli gazetelerinden biri olan Frankfurter Rundschau, Avrupa Birliği’nin mülteci politikasını eleştirdi.
FRANKFURTER RUNDSCHAU’DA YER ALAN HABERİN METNİ İSE ŞÖYLE:
Avrupa Birliği, sınırlarının dışındaki ölümlere yıllarca sessiz kaldı. Artık bunun sonu gelmeli.
BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, birkaç ay önce uluslararası topluma dramatik bir çağrıda bulunarak, Avrupa’nın dış sınırlarında “trajik ölümlerle sonuçlanan” mültecilere yönelik şiddet olaylarının ve ciddi insan hakları ihlallerinin artmasından “derin endişe duyduğunu” belirtti.
O günden beri durumda hiçbir iyileşme olmadı. Ukrayna savaşı, enerji krizi, enflasyon ve iklim felaketinin gündemde olduğu dönemlerde mültecilere karşı devam eden ölümcül muameleyle ilgili skandal kolayca arka plana geriliyor. Burada söz konusu olan şey, Avrupalı devletler tarafından işlenen suçların, Avrupa Birliği tarafından örtbas edilmesinden başka bir şey olmadığı. Başka bir deyişle on yıl önce Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen devletler birliği tarafından.
Nobel Komitesi’nin o dönemde gösterdiği gerekçede AB’nin onlarca yıldır, “Avrupa’da barış ve uzlaşma, demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesine katkıda bulunduğu” belirtilmişti. Bugün alay ediliyormuş gibi çağrışan bu asil sözler, Akram ve Hassan Abdülkadir gibi Suriyelilerin AB’nin dış sınırı Yunanistan‘da yaşamak zorunda kaldıklarının tam tersini gösteriyor.
Akram öldü, Avrupa’ya açılan sınırda hayatını kaybetti. Kardeşi Hassan’ın kollarında son nefesini verdi. FR’nin haberini yaptığı vaka, gerçekten münferit bir vaka değil. Dedeağaç’taki adli tıp yalnızca bu yıl Yunan tarafında 61 kişinin öldüğünden söz ediyor.
Avrupa‘nın dış sınırlarındaki rezalet artık son bulmak zorundadır. AB içişleri bakanları cuma günü bir araya geldiklerinde bu yönde net sinyaller vermelidir. Ancak şu ana kadar durum hiç de öyle görünmüyor.
İnsan hakları örgütleri yıllardır Yunanistan’a karşı, mültecileri Türkiye’ye geri göndermek için insanlık dışı yöntemler kullandığına dair ciddi suçlamalarda bulunuyor. İnsanların, şiddet kullanarak ve genellikle hayati tehlike oluşturan koşullar altında zorla Türk karasularına geri itildiği çok sayıda geri itme vakası belgelendi.
Ursula von der Leyen, 2020 baharında AB Komisyonu Başkanı seçildiğinde Meriç’teki durumu bir helikopterden gözlemledi. Daha sonra Yunanistan’a “bu zamanlarda Avrupa’nın kalkanı olduğu” için teşekkür etti. Von der Leyen, bu açıklamaların hayatta kalanlar ve öldürülenlerin aileleriyle alay etmek olduğunu daha o zamanlar bilmesi gerekirdi.
Özellikle AB ajansı Frontex, “koruyucu kalkan” meselesini harfiyen benimsedi. Nisan ayında organizasyonun Ege’deki geri itme eylemlerine karıştığı ortaya çıktığında Frontex patronu Fabrice Leggeri gitmek zorunda kaldı. Ege’deki Yunan sahil güvenliği, sığınmacıları cankurtaran sallarına bindirerek denizin ortasına götürüp onları orada yalnız bırakıyordu.
Ancak AB’nin dış sınırında onursuz davrananlar sadece Yunanlılar değil. Pek çok örnekten sadece ikisinden söz edecek olursak insanlar Polonya ile Belarus veya Macaristan ile Sırbistan arasındaki sınırda da şiddet uygulanarak geri itiliyor. Bu yöntem denizde uzun süredir uygulanıyor hatta bazı AB ülkeleri kurtarılan insanların karaya çıkmasına izin vermeyi bile reddediyor.
Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, defalarca bir rota değişikliğine gidilmesi çağrısında bulundu. Yeşiller Partili siyasetçi, Yunanistan’ı son ziyaretinde, “Görmezden gelirsek, değerlerimiz Akdeniz‘de batar.” dedi. Bu sözleri icraatlar takip etmek zorundadır. Ne de olsa, Trafik Lambası partileri koalisyon anlaşmalarında çok net bir şekilde şunu yazdılar: “Dış sınırlarda yasa dışı geri çevirmelere ve acılara son vermek istiyoruz.” Burada insan hayatı söz konusu. Ama aynı zamanda inandırıcılık söz konusu. Dünyanın her yerinde insan haklarını talep edenler kendi evinde onları ayaklar altına almamalıdır.
Kaçan insanlara dayak atan failler, övülmek yerine cezalandırılmalıdır. Devletler, bu pis iş için resmi güç olarak tanınmayan milisleri kullandığında bunun sonuçları olmak zorundadır. Sığınma hakkı prosedürleri, ihtiyacı olanlar için geçerlidir ve hızlı ve hukuk devleti ilkelerine uygun olarak işlemelidir. Mültecilerin barındığı sınıra yakın konaklama yerleri bağımsız makamlarca kontrol edilmelidir. Kabul edilemez koşullarla ilgili çok fazla rapor birikti.